Son Kartpostal
- Hüseyin GÜZEL
- Aug 4
- 4 min read
Onu her yerde hissedebiliyordum… Sonsuz bir gezgin olan ruhu, daima maceralara koşardı. Gördüğü her manzarada, dinlediği her hikayede onun izlerini bulurdum. Ama yıllar yaşlanıp bedeni yorulduğunda, o huzurlu ruh artık kendi evinin duvarları arasında dinlenmeye çekildi.
O da doksan yaşına gelmişti. Bir öğleden sonra, yaşlı koltuğunda otururken elinde en sevdiği İrlanda seyahat kitabını tutuyordu. Sayfalarındaki yeşil tepeleri, eski kaleleri ve neşeli insanları adeta yeniden yaşıyordu. Anılarıyla dolu, huzurlu bir gülümseme yüzünde belirdi. Sonra, sanki ruhu son bir maceraya atılmış gibi, İrlanda'nın o efsunlu topraklarına doğru sessizce yola çıktı…

Oda sessizdi, pencereler yumuşak bir ışığa açıktı. Birbirimize sokulduk, bekledik, ne diyeceğimizi bilemedik.
Babam eğilip "Rahat mısın?" diye sordu ona.
Zor duyulan son sözleri, o belirgin İrlanda aksanını taşıyordu: "Ben..."
Sonra gözlerindeki ışık kayboldu.
Ağzına küçük bir ayna tuttu, iki parmağını nazikçe bileğinin iç kısmına yerleştirdi. Gözlerini kapattı. Bir an için duyabildiğimiz tek şey nefesiydi.
Sonra fısıldadı:
"Gitti..."
Mary'nin vefatıyla dünya bir insandan fazlasını kaybetti. Fırından yeni çıkmış sıcak ekmeğini kaybetti. Neşeli kahkahasını. Her acıyı dindiren yumuşak ellerini. Büyükannelerde çok sık görülen o belli belirsiz istikrarı kaybetti…
Karşılığında hiçbir şey istemeyen bir sevgiyi...

Nereye gittiğini merak ederdim hep.
Belki de son nefesini verirken Kerry'nin yeşil tepelerinde ve çalılıklarında yeniden yürüdü. Kimsenin hatırlamadığı, ama her bir taşının çocukluk adımlarını ezbere bildiği o dar sokaklarda dolaştı. Burnuna turba dumanının tanıdık kokusu doldu. Yüzlerin neşe saçan bir gülümsemeyle aydınlandığı o eski pub'a son bir kez girdi belki de.
Yoksa onu çağıran, sevgilisinin sesinin gücü müydü?
Kim bilir, belki de doğrudan Edward'ın yanına gitti. Vahşi gülümsemesi ve eskimiş kemanıyla onu bekleyen o sevgilisinin. Gittikleri yerde masalar müzik ve pipo dumanıyla doluydu. Oturma odasının raflarındaki çerçevelerden inen kuzenlerle ve akrabalarla buluştu. Belki de bir aradaydılar yine. Hayatları boyunca hep ait oldukları yerdeydiler.
Acaba öbür dünyada buluşmalar nasıl olur?
Gözyaşları akıtılır mı, yoksa kahkahalarla mı doludur her köşe? Bir zamanlar çok sevdiğimiz, can dostu bildiğimiz kedi ve köpekler, kuyruklarını sallayarak, kollarımızda mırlayarak yine bize koşuyorlar mı? Her buluşmanın sonunda bir pasta kesilir mi?
Tüm bu sorular, aklımda dönüp dururken, belki de orası bir hayaller bahçesidir, dedim içimden. Sevdiklerimizle kavuştuğumuz, neşenin ve huzurun bir araya geldiği, tatlı bir pastanın dilimlendiği...
Tıpkı eskisi gibi…
Ve anlamaya başladım.
Nihayet ellili yaşlarımda, geldiği topraklara geri döndüm. Üç Amerikalı olarak; eşim, oğlum ve ben, elimizdeki haritayla adını koyamadığımız bir şeyi arıyorduk.
Dublin'den başlayarak tren, otobüs ve arabayla yol aldık. Kerry'nin yumuşak tepeleri ve batı kıyısının sert rüzgarıyla karşılaştık. Galway'de arnavut kaldırımlı sokaklarda yürüdük. Connemara'da atlar taşlı çayırlardan bilge ve hareketsiz gözlerle bizi izlerken, sert rüzgarlara karşı ayakta durduk…

Barlarda içkiler içtik, daha önce hiç tanımadığımız, ama sanki yıllardır kuzenimizmiş gibi hissettiğimiz yabancılarla kadehlerimizi tokuşturduk. Neredeyse hiç bilmediğimiz şarkılara eşlik ettik ve nedenini bilmediğimiz bir neşeyle kahkahalar attık.
İşte o an, anlamaya başladım...
Onu şekillendiren neydi biliyor musunuz? Sizi sanki sonsuza dek tanıyormuş gibi hissettiren insanların o eşsiz sıcaklığı. Neşenin ve hüznün el ele yürüdüğü, her şeyin daha yavaş ve daha nazik aktığı o toprakların ruhu.
Bir kızı İrlanda'dan çıkarabilirsiniz, ama İrlanda'yı o kızdan asla alamazsınız.
Biliyorum, çünkü tüm bunlar her zaman onun içindeydi…

Connemara yakınlarında at sırtında sahilde gezdik.
Moher Kayalıkları'nda ise rüzgar yüzümüze vuruyor, deniz kuşları başımızın üzerinde çığlıklar atarak dönüp duruyordu. İşte o tuz ve deniz kokusu arasında, onun sesini duyar gibi oldum.
"Seni özledim Johnny," diye fısıldıyordu.
"Seni özledim sevgili torunum."
"Ben de seni özledim Mary," diye karşılık verdim içimden…
Bu yüzden hayallere razıyım.
Tanrıya şükür ki yıllar önce gelmişiz.
O tuhaf ve kutsal topraklarda onu tekrar hissettim. Yabancıların yüzünde, sokaktaki müziğin her notasında, koyunların gezindiği tarlalarda ve toprak ile denizin kokusunun karıştığı o havada...
Her yerdeydi…
Hangi garip simya bir yere aidiyet duygusu yaratır? Bizi şekillendiren insanları şekillendiren toprağa döndüğümüzde bizi hangi sihir karşılar?
Kerry'den geçerken oğluma ondan bahsettim. Kim olduğunu, ne anlama geldiğini, hala içimde nasıl yaşadığını bilmesini istedim.
Sonra kartpostallar aldım, birkaçını postaya verdim. Birini ise sakladım. Belki bir gün o da onu hissettiği yerde olmak ister diye.
Şimdi o kartpostal, çalışma odamdaki bir çekmecede duruyor. Bazen onu çıkarıp kenarlarını başparmağımla ovalayarak hatırlıyorum. Keşke ona gönderebilseydim. Bulduğumuzu, başardığımızı, güldüğümüzü, dans ettiğimizi ve şarkı söylediğimizi söylerdim. Onun da bizimle orada olduğunu anlatırdım.
Ama bazı yerlere postayla ulaşılamaz.
Bu yüzden rüyalarıma razıyım…
Ve o rüyalarda, o beni ziyarete geliyor. Sıcacık bir mutfakta, pencere camları buharlaşmış, sodalı ekmek kokusu etrafı sarmış. O yumuşak aksanıyla benimle konuşuyor. Ben yeniden bir çocuk oluyorum. Sevildiğimi ve güvende olduğumu hissediyorum. Kendimi bütün hissediyorum.
Belki bir gün, benim de zamanım geldiğinde, o kartpostalı ceket cebime koyarlar. Yanına bir de dolma kalem koyarım.
Ve o son vagona bindiğimde, ona birkaç satır yazarım.
Emily Dickinson'ı severdi, bu yüzden belki oradan başlarım:
"Ölüm'ü durduracak vaktim yoktu,
Oysa O, nazikçe benim için durdu.
Arabada ikimiz vardık sadece,
Ben ve O..."
Ve Ölümsüzlük…
Sonra kartpostalı kaldıracağım, gözlerimi kapatacağım ve sodalı ekmeğin kokusunu içime çekeceğim.
Gülümsemesini hayal edeceğim, ona koşacağım ve kollarına atılacağım…
Ve sonra, sonra göksel kavuşmaların nasıl bir şey olduğunu anlayacağım…
by J. P. Weiss
Comments