top of page
  • Beyaz LinkedIn Simge
  • Beyaz Facebook Simge
  • Xing
<< 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 - 8 - 9 - 10 - >>

Blog Posts

Kalıcı Şeyler

Updated: Jul 30

Eski dünya izlerini sözlerde değil, eylemlerde bırakır...


"Bir babanın kalbi, doğanın şaheseridir." Antoine François Prévost

“The Things That Stay” by John P. Weiss
“The Things That Stay” by John P. Weiss

Mutfak kapısı gıcırdadı, Johnny içeri süzüldü, elinde kırık bir kemer; bir zamanların gurur kaynağı, şimdi ise zavallı bir deri parçası. Sessizce uzattı kemeri babasına, küçük parmakları kaderine razı olmuşçasına titriyordu.


Baba, kemeri parmakları arasında çevirdi. Deri, zamanın acımasız dokunuşuyla kupkuru olmuş, çatlamış ve yıpranmıştı. Tokası, bir zamanlar her maceraya direnen o metal parça, kemik gibi ayrılmış, ikiye bölünmüştü. "Bunun işi bitmiş, Johnny," dedi babasının sesi, sonbahar yaprağı gibi hışırtılıydı.


Yedi, belki de sekiz yaşındaydı Johnny. Henüz dünyanın kendi ekseninde döndüğünü sandığı, ama aynı zamanda kontrolün yavaş yavaş elinden kayıp gittiğini hissetmeye başladığı o tuhaf yaşta. Kırık kemer, bu acımasız gerçeğin ilk somut kanıtıydı.


Ertesi gün okula kemersiz gitti. Koridorlarda yürürken, görünmez bir işaretle damgalanmış gibiydi. Utanç, göğsüne takılmış küçük, ağır bir haç gibiydi. Deri kemerini o kadar çok özlemişti ki, yokluğu bir hayalet gibi peşini bırakmıyordu.


Babası bir yargıçtı. Adaletin karmaşık ağlarını çözen, şehrin uzaklarında, sabahın alaca karanlığında uzun yollar kat eden bir adam. Duruşmaların ağırlığı, erkeklerin kavgalarının yükü, evrak çantasında taşlar gibi birikirdi. Geceleri, lambanın ışığında okur, Johnny'nin ödevlerini düzeltir, sonra tekrar o ışığın önüne dikilirdi. Daima ışığın önünde.


Ama o gün farklıydı. O gün içeri girmedi, her zamanki iş yoğunluğuna rağmen. Kalbinde daha önemli bir görev vardı.


Sınıfın kapısı çalındı. Öğretmen kapıyı açtığında, babası oradaydı. Elinde yeni bir deri kemer vardı. Parlıyordu, kahverengiydi ve uykudaki bir yılan gibi kıvrılmıştı. Kemeri uzattı, sade bir emirle: "Al bakalım, Johnny."dedi ona.


Johnny koşarak babasına atıldı, kemeri aldı ve sıkıca sarıldı. Baba, tek kelime etmeden döndü ve gitti. Yapması gerekeni yapmıştı. Bu dünyada beklemeyecek şeyler vardır; çatlak bir kemer, bir çocuğun onuru ve onun sevgi dolu kalbi…



Babalar ne yapar?

Johnny'nin babası, sadece bir kemeri onaran ya da yeni bir tane veren bir adamdan çok daha fazlasıydı. O, hayatın inceliklerini ve zorluklarını oğluna aktaran bir öğretmendi aslında.


Okulda Melinda adında bir kız vardı. Diğer çocuklar gibi "bütün" değildi o; dünya ona acımasız davranmış, sonra da geride bırakmıştı. Babası bir gün Johnny'ye onu eve bırakacaklarını söyledi. Arabayı çakıllı yola sürdü, motoru susturdu ve oğluna döndü. "Onu kapıya kadar geçir," dedi, "bir beyefendi gibi." Johnny babasının sözünü dinledi. O gün bir ders daha öğrenmişti.


Bir de Ted Strollo vardı, yaşlı bir adam. Kimse nereden geldiğini bilmiyordu, sadece İtalya'nın bir yerinden olduğunu sanıyorlardı. Bir göçmendi esasında.


Sokakta, sanki dünya onu ezip geçmiş gibi ezik büzük duruyordu. Babası onu yanına aldı. Karnını doyurdu, yanında oturdu, hatta ona kalacak bir yer buldu. Baba ve oğul her hafta Strollo'yu ziyaret ettiler; yanlarında çoraplar, meyveler ve dergiler götürdüler. Çoğunlukla sadece dinlediler. Yaşlı adam, zamanın derinliklerinde kaybolmuş bir ülkeden bahsederdi. Babası Johnny'ye, "Yaşlılar tarihi kemiklerinde taşırlar. Onları dinlersin ya da her şeyini kaybedersin," derdi.


Johnny bu sözleri derinden özümsemişti.


Babası, bir dükkan sahibinin ona eksik para üstü verdiğini fark ettiğinde, farkı ödemek için geri dönerdi. Johnny'ye, "Doğru olanı yap ya da onurunu kaybet," diye tembihlerdi. Bu basit ama güçlü sözler, Johnny'nin karakterinin temel taşlarını inşaa ediyordu.


Evlerinde sayısız kitap vardı. Johnny onların anlamını biliyordu. Kelimelerin bir insanı nasıl bütünleştirdiğini görmüştü. Babası sadece okumaz, aynı zamanda kelimelerin gücüne de inanırdı.


Ve mektuplar vardı. Dolma kalem mürekkebiyle, kusursuz el yazısıyla yazılmış. Babası her hafta üniversitedeki oğluna gönderirdi bu mektupları. İçleri haberler, bilgelik ve dile getirilmemiş sevgiyle doluydu.


Johnny büyüdü. Polis oldu. Evlendi. Ve bir gün, kendi çocuğu oldu. Bir oğlu. Babasının ona öğrettiklerinin mirasçısı olacak bir oğlu…


Çocuğunu hayal kırıklığına uğratmak ağır bir yüktür

Ona hala Yargıç derlerdi. Emekli olmasına rağmen, zamanının çoğunu okuyarak geçirirdi: savaş, fedakarlık ve onur üzerine kurulu tarih kitapları ve yoğun romanları… Sesinde hala o eski dünyanın bilgeliğini taşırdı.


Şimdi kendi de bir baba olan oğlu, Yargıç'ın karşısına oturmuş, kolluk kuvvetlerindeki kariyerinde tanık olduğu kaosu anlatıyordu. Tahtlarından çoktan vazgeçmiş, zamanı gelip de alacakaranlık gibi geceye karışan ebeveynlerden bahsediyordu; düzen için yalvaran, çaresiz ebeveynlerden yani…


"Yıllar önce düzeltilmesi gereken bir şeyi şimdi düzeltemem," diye hayıflanır dururdu Yargıç'a, Yargıç da her zamanki dikkatle dinlerdi onu.


Sonra Yargıç gözlüğünü çıkardı, pencereden dışarı baktı ve o derin sesiyle konuştu: "Ebeveynlik şiir değildir. Yorgunluktur. Tırnakların altındaki kirdir. Gece yarısından sonra gözlerini açık tutmak ve çocuk uyuyana kadar aynı hikayeyi tekrar tekrar fısıldamaktır."


Oğlu başını sallayarak onayladı. Babasının sözlerindeki ağırlığı hissediyordu.


Yargıç öne eğildi ve devam etti: "Bazı ebeveynler eksik kalır. Belki de kendi ebeveynleri onları hayal kırıklığına uğratmıştır. Çocuğunu hayal kırıklığına uğratmak ağır bir yüktür. Onlardan ders al."



Baba, nereye gidiyoruz?

Bir sabah, oğlu mutfakta yerdeki Pop-Tart kırıntılarını silerken, küçük oğlu içeri girdi.


"Kemerim koptu," dedi çocuk, sesi hayal kırıklığıyla doluydu.


Oğlu, çocuğun kopmuş kemer tokasına baktı ve şaşkınlıkla donup kaldı. Karısının bilgeliğini hatırladı, o hep, "Tesadüf eseri bir evrende yaşamıyoruz," derdi. Bazen tarih tekerrür ederdi.


Polis karakolunda yoğun bir hafta geçirmişti. Gece geç saatlere kadar süren vardiyalarla yorgun düşmüştü. Oğluna, "Bu hafta sonu sana yeni bir kemer alacağız," dedi.


Çocuk arkasını döndü ve sessizce uzaklaştı. Babası onun gidişini izledi, sonra elindeki kırıntılara baktı ve dünya bir anlığına dönmeyi bıraktı.


Yukarı çıktı. Çocuğa arabaya binmesini söyledi. Kemersizdi, yarı giyinikti, gözleri kocaman açılmıştı.

"Baba, nereye gidiyoruz?" diye sordu çocuk.

Baba gözlerini yoldan ayırmadı. Elleri direksiyonu sıkıca kavramıştı.


"Sana yeni bir kemer almaya," dedi.


Sana yeni bir kemer almaya...






1 Comment

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating*
Unknown member
Jul 14
Rated 5 out of 5 stars.

Thanks for this valuable information! For those in need of expert rehab, I recommend Genesis Physiotherapy Clinic—a trusted Sports Physiotherapy Clinic in Mumbai helping athletes recover safely and effectively.

Like

BU İÇERİĞE EMOJİ İLE TEPKİ VER

LinkedIn newsletter...

bottom of page