top of page

Blog Posts

Neden Daha Fazla Öğrenmek Her Zaman En İyisi Değildir?

Bilgi başarının önünde aşılması gereken bir engel olduğu zaman…

“Bilgi güçtür”

Bu popüler bir cümledir ve gerçek anlamı kişiden kişiye göre az çok değişerek tekrar eder. Genellikle bu söz, İngiliz filozof Sir Francis Bacon’a atfedilse de, ifade yazılı olarak ilk kez 10. yüzyıl İslam edebiyatında ortaya çıkmıştır.


Şerif er-Radî tarafından derlenen Nehсü’l Belâgaadlı eserde iddia edildiği üzere, Hz. Muhammed’in damadı İmam Ali, iktidarı otoriter bir yapı olarak şöyle tanımlar:


“Bilgi güçtür ve kendisine itaat edilir. Yaşamı boyunca bilgi sahibi bir kişi, insanların itaat etmesini ve onu takip etmesini sağlayabilir ve ölümünden sonra da övgü ve saygı görür.” Vaaz 146

Herhangi bir üniversite kampüsünü ziyaret ederseniz; bilgisayar biliminden tutun teorik fiziğe kadar, hatta hipoterminin ne olduğunun anlaşılmasına kadar her konuda ders veren yüzlerce profesör bulabilirsiniz.

Evet, bu gerçek.


Çoğu akademisyen, ortalama bir kişiden önemli ölçüde daha fazla bilgi ezberlemiş bir kişidir. Ancak, toplumun geneli onları “güçlü” olarak görmez.


Lakin, buradaki güç ifadesi günümüzün moderne dünyasında “artan kişisel ve mesleki fırsatlar” şeklinde bir anlam değişimine uğramıştır.


Örneğin, finans konusunda ne kadar fazla bilgi sahibi olursak, emeklilik için tasarruf ederken o kadar çok seçeneğimiz ve fırsatlarımız olur.


Fakat daha fazla bilgi sahibi olmak her zaman en iyisi mi demektir? Ve bu bizi gerçekten daha güçlü mü kılar?

Cevap, bence hayır!


Teknolojik ilerlemeler sayesinde, artık çoğu konu hakkında belirli bir yeterliliğe ulaşmak artık hiç olmadığı kadar kolay. Binlerce ücretsiz çevrim-içi kursa, bloga ve podcast’e 7/24 erişim sağlayabilmemiz sayesinde, artık üzerimizde pijamalarımızla koltuğa uzanıp, kahvemizi yudumlayarak istediğimiz herhangi bir alanda eğitim alabilir ve yeterlilik kazanabiliriz.

Ancak, arkadaşlarım, meslektaşlarım ve aile üyelerimle yaptığım görüşmeler beni bilgi tüketmenin artık günümüzde bir modaya dönüştüğüne inanmamı sağladı.


Günümüzde Öğrenmek artık, “üretkenliği erteleme” nin en yeni biçimi haline geldi.

Elbette, bugüne kadar üretkenlik üzerine kaleme aldığım makalelerim bu ironik durumu gölgede bırakamaz. Ancak, stratejik bir eylem olarak bizleri teşvik edecek farklı bir bakış açısını, ironik te olsa burada sizlerle paylaşmak istiyorum.


Sürekli okumak, araştırmak ve öğrenmek, girişimcilere yanlış bir başarı duygusu da verebilir bence.


Mesela bu noktada, Abhishek V.R.’yi ela alalım. Fikirlerini harekete geçirmeden önce bir web sitesi oluşturma ve çevrim-içi bir işletmeyi faaliyete geçirme ve yürütme konusunda yaklaşık iki yıl emek harcadı ve bir çok bilgi edindi:


“Sosyal medyadan metin yazarlığına kadar her konuda uzmanlaştım. İki yıl boyunca uzman olmak için ne kadar para kazandığımı tahmin edin bi bakalım. Üzülerek söylemem gerekir ki, tek bir kuruş bile değil maalesef. Hiç para kazanamadım çünkü hiçbir şey yaratamadım.” Abhishek V.R.

Ne yazık ki, Abhishek’in hikayesi benzersiz olmaktan çok uzak. Deneyimli girişimciler bile bazen aşırı bilgi yüküyle sıkışırlar, bu da bilginin neden genellikle güçsüz olduğunun bir göstergesidir.


Yani, belki sadece bilgi, peşinde olduğumuz şey değildir aslında, belki de akıllı bir eylemi harekete geçirmek için bilgiyi yeterince edinmektir mesele.
 

1| Bilmek, öğrenmek ile eş-anlamlı değildir

Büyük hedefler, genellikle ezberden daha fazlasını gerektirir; temel ilkelerin daha iyi anlaşılmasını zorunlu kılar. Fakat birçoğumuz öğrenmeyi gerçekleri, formülleri ve kavramları ezberlemekle ilişkilendiririz.


“İspanyolcayı kelime kelime üzerinde çalışarak öğrenmeye çalışmak” ya da “Columbus’un 1492'de okyanus mavisine nasıl yelken açtığını” tekrar tekrar okumak, birçok genç yetişkin için standart bir prosedürdür.


Bu nedenle eğitim uzmanlarının, bilgiyi hatırlamanın tam kavrama sürecimizin sadece bir basamağı olduğuna inandığını öğrenmek beni gerçekten çok şaşırttı.


Dünyanın dört bir yanındaki K-12 öğretmenleri ve kolej eğitmenleri, onlarca yıllık resmi araştırmaya dayanan bir öğrenme çerçevesi olan Bloom’un Taksonomisi adı verilen bir yapının etrafında derslerini planlıyor.


Taksonomiye göre bilginin asimilasyonu, 6 Bloom seviyesine ayrılabilir:

  1. Hatırlamak (en düşük seviye): Öğrenciler ilgili bilgileri uzun dönemde edinebilir.

  2. Anlamak: Öğrenciler sözlü, yazılı ve grafiksel iletişimleri içeren öğretim mesajlarının anlamını belirleyebilir.

  3. Uygulamak: Öğrenciler belirli bir durumda bir prosedür uygulayabilir veya kullanabilir.

  4. Analiz Etmek: Öğrenciler materyali kurucu parçalarına ayırabilir ve parçaların birbirleriyle nasıl ve genel bir yapı veya amaç ile ilişkisini tespit edebilir.

  5. Yaratmak (en üst seviye): Öğrenciler yeni, tutarlı bir bütün oluşturmak veya orijinal bir ürün yapmak için öğeleri bir araya getirebilir.

Tam kavrama, ders kitaplarını okumaktan ve dersleri dinlemekten daha fazlasını gerektirir, ki bunlar mezuniyetten sonra da devam ettirmemiz gereken bir takım eğitim süreçleridir.

Belki de bazı eğitmenler yaratıcı ve mantıksal deneylere göre ezberlemeye öncelik verebilir, ancak bu eğilim bir çoğumuzu zorlar.


Eylemsizlik içeren çok fazla bilgi; ezici, cesaret kırıcı ve yanlış yönlendirmeye yol açar. Sonuçta şunu fark ettik mi?


Eylemsiz bilginin gücü yoktur!

Ve kendimize karşı dürüst olmak gerekirse, tükettiğimiz içeriklerin çoğunu hatırlamıyoruz, değil mi?


1960'larda, Ulusal Eğitim Laboratuvarları 24 saatlik süreçlerde çeşitli öğrenme aktiviteleri sonrasında öğrencilerin edindiği bilgileri hafızalarında tutma oranlarını ölçtü. Organizasyon, katılımcıların okuma yoluyla öğrendikleri bilgilerin sadece yüzde 10'unu hafızalarında tutabildiğini tespit etti.

Buna karşılık, öğrenciler eyleme döktükleri bilgilerin yüzde 75'ini ve başka birilerine öğrettikleri bilgilerin ise yüzde 90'ını korudular.


“Öğrencilere, bir test veya bir çok test yapmak yerine, onlara bilgi edinmeyi göstermek için bir şeyler yapmaya teşvik eden değerlendirmeler yaptırmalıyız, zira bu yalnızca bilgi edinmenin daha iyi bir göstergesi değil, aynı zamanda sonuçlarla ve yeterliliklerle uyum sağlama olasılığının daha yüksek olacağının göstergesidir.” Rena Palloff ve Keith Pratt

Hemen, anında kullanmadığımız bilgiler, ne olursa olsun kaybolur. Bu yüzden dünyanın en başarılı girişimcileri, yaratıcı kazanımlarla bilgi edinmeyi birbirinden ayıranlardır.


Bu noktada bu girişimcilerin öğrenme süreci şöyledir:


Oku / dinle / izle → Yap → Değerlendir → Tekrarla


Bir girişimci daha sonra, yeni öğrendikleri bilgileri başkalarıyla paylaşarak öğrenme seviyesini güçlendirmek de isteyebilir.


Açıkçası, bir çoğumuz okuduğumuz her kitaptan sonra bunu bir ders gibi başkalarına anlatabilecek bir zamana sahip değiliz. Ancak YouTube’a hızlı bir şekilde yükleyebiliriz; bulgularımızı ilgili aile bireylerimiz, arkadaşlarımız ve meslektaşlarımız ile tartışmak için; hatta daha az deneyimli işletme sahipleri için bir akıl hocası dahi olabiliriz zamanla.

 

2| Zoraki öğrenmek yaratıcılığı azaltır

Grafik: Hüseyin GÜZEL

Hiç kendi kendini yönetebilen bir çocuk gördünüz mü? Onları zorunlu kılarak ne kadar öğrenebildiklerini bir düşünün derim.


Örneğin, yeni yürümeye başlayan küçük çocuklar, doğal olarak ebeveynlerini kendileri gibi olmaya zorlamadan önce, onların yürüyüşlerini izlerler ve geriye dönüp tekrar denemeden önce de birkaç kez düşerler. Ve böylece yürümeyi öğrenirler.


Çocukların dünyasında, başarısızlık gibi kavram olmadığı için küçük aksilikler cesaretlerini kıramaz; zira sürekli denerler ve bu onlara bir eğlence gibi gelir.


Hepimiz bir zamanlar çocuktuk. Doğal çıkarlarımız bizi dil konuşmaya, sosyal ipuçlarını öğrenmeye ve önemli bulduğumuz her şeyi incelemeye yönlendirdi. Okula gidene kadar da öğrenmek bizim bir angarya değildi. Başka bir deyişle, öğrenmek, bizi birileri zorlayana kadar doğal bir durumdu.


Boston Koleji psikoloji profesörü Peter Gray, “Onları okula gönderiyoruz ve sonra da artık neden motive olamadıklarını merak ediyoruz, çünkü öğrenmek için gereken temel güdüler: merak, oyunbazlık ve sosyalleşmedir.” diyor.


Gray’in bu gözlemi pek de yeni değil; zira 1970'lerde okul öncesi eğitim hareketine ilham olmuştur.


Eğitimci John Holt tarafından icra edilen okul öncesi eğitim kavramı, öğrenciler tarafından seçilen faaliyetleri eğitim için birincil araç olarak savunan bir felsefeyi ifade ediyordu. Özünde bu kavram, merak ile müfredatı yönlendirmekti. Öğrenme araçları arasında oyun, ev sorumlulukları, iş deneyimi, staj, seyahat ve eğitim kaynakları yer almaktaydı.


“Herkesin öğrenmekten hoşlanmamasının tek nedeni, bir angarya haline getirilmiş ve nahoş bir şey olmasıdır. Okul öncesi eğitimcileri olarak öğrenmenin nefes almak kadar doğuştan gelen doğal bir şey olduğunun farkındayız. Ve öğrenmek asla eğlenceli olmayan bir şeye dönüştürülmez ise eğer, o zaman hayat boyunca neşeli bir şey olmaya devam edecektir.” Okul öncesi öğretmeni, Idzie Desmarais

Okula göndermeyi bir ebeveynin temel görevi olarak görmeme rağmen, hevesi zorlamanın ne kadar kötü hissettirdiğini, hepimizin empati ile daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum.

Girişimciler olarak, motivasyonlarımız konusunda kendimize karşı acımasızca dürüst olmalıyız: Gerçekten ilgi duyduğumuz bir konu hakkında mı bilgi arıyoruz? Yoksa yapmamız gerektiğine inandığımız bir şey için mi bol miktarda bilgi ediniyoruz? bunları kendimize açıkça sormalıyız.

Tanıdığım en başarılı girişimciler, işlerini en çok keyif aldıkları yönleriyle en üst düzeye çıkaranlardır, ki onlar daha az ilgi gerektiren temel konuları incelemek için zaman harcamalarına rağmen, eyleme geçmek için bilgi edinme çabasını en az düzeyde tutarlar ve en hızlı şekilde eyleme geçerler.

 

3| Bazen öğrenmememiz gerekir

Grafik: Hüseyin GÜZEL

Anlaşılacağı üzere, bir çoğumuz öğrenmeyi bilgi ve beceri edinmek olarak görüyoruz. Bununla birlikte, bazen yeni bir şeyler başlatabilmek için de eski düşünme kalıplarından sıyrılmamız gerekir.


Örneğin, bir karı koca, Fast Company yazarı Marcia Conner’a kano yapmayı öğrenmek için geldiler. Adam kano hakkında çok şey biliyordu; zira kendini bu alanda geliştirmek için çok zaman harcamıştı. Ancak karısı su sporlarında acemi idi. Ve günün sonunca aslında adamın önceki deneyiminin bir beceri değil, üstesinden gelinmesi gereken ve öğrenmeyi zorlaştıran bir engel olduğu çok kısa sürede anlaşıldı.


“İlk derslerini iki tip tekneyi karşılaştırarak gerçekleştirdiler ve istediklerinden emin oldukları kano ile yüzme çalışmalarına yoğunlaştılar. Sonuç olarak, adam, kendini sürekli olarak dersin gerçekleştirildiği yüzme havuzunun dibinde buluyordu. Zaten bildiği şeyler, kanoyu kullanabilmek için ihtiyaç duyduğu kadar da kullanışlı bilgiler değildi, ama öğrenme sürecini olumsuz etkiledi, ki keşke hiç bir şey biliyor olmasaydı.” Marcia Conner

Buna karşılık, hiç bir şey bilmeyen karısı ise ilk günden itibaren önemli ilerlemeler kaydetti.

Girişimcinin sahip olduğu bilgilerin bir çoğu değiştirilebilir olsa da, bazıları projeye özgüdür. Her iş çabası, önceki deneyimlerimize meydan okumamızı gerektirir zira. İster tanıdık olmayan bir endüstri ile ilgileniyor olun, ister de yeni bir teknoloji veya yeni ekip üyeleri ile ilgileniyor olun, her projeye taze bir merak duygusuyla yaklaşmalıyız.


Einstein’ı ele alalım mesela. Newton’un hareket yasalarından kopmasaydı asla görelilik teoremini bulamazdı. Neredeyse tüm büyük bilimsel keşifler eski bir paradigmaya meydan okumadır esasında.


Ne yazık ki, yeni girişimlere yeni bir bakış açısıyla yaklaşmak her zaman görüldüğü kadar kolay değildir. Bu eğilimi azaltmanın bir yolu ise, yeni bir projeyi öncekilerden farklı kılan şeye odaklanmaktır hızlıca.


Proaktif olarak kendimize bir şeyin neden farklı olduğunu her sorduğumuzda, otopilotta olan çalışma eğilimimizi kırabiliriz ve bu da, yeni fikirler, çözümler ve perspektifler oluşturmanın harika bir yoludur.

 

4| Bazen yetkiyi devretmemiz en güzelidir

Daha önce de belirttiğim gibi, en başarılı girişimciler ilgi duydukları alanlar için zamanlarını en üst düzeyde kullananlardır. Ayrıca daha başarılı hale geldikçe, daha az ilgi duydukları görevleri de başkalarına devredenlerdir.


Her deneyimli girişimcinin anlaması gereken bir ders vardır burada: Her şeyi kendiniz yapabilmeniz için bir günde içinde yeterli saatiniz yoktur.


Peki, neden her kitabı okumaya, her podcast’i dinlemeye ve her TED konuşmasını izlemeye çalışıyoruz? Her şeyi yapamayacağımızı biliyorsak, hepsini öğrenmemeliyiz değil mi?

Örneğin, kendi şirketim JotForm, zaman darlığı olan şirketler için çeşitli web formları oluşturuyor.


Geliştiricilerimiz, kullanıma hazır işlevsellik sunmak için çeşitli programlama dillerinde, grafik tasarımda ve diğer web tabanlı disiplinlerde onlarca yıllık tecrübeye dayalı uzmanlıklara sahipler.


Formların nasıl oluşturulacağını bilmeyen biri, isterse her gün saatlerce bu alanda bilgisini artırarak formlar oluşturabilir yada isterse, aboneliğe dayalı hizmetlerimizden küçük bir ücret karşılığında da faydalanabilir.


Gerçekten de, zaman, enerji ve paradan tasarruf etmek için teknolojiye dayalı birçok çözüme sahibiz artık. Görünüşte sınırsız bilgi ve hizmete dayalı kaynaklar çağında yaşıyoruz.

Başarının anahtarı, elde ettiğimiz bilgileri eyleme geçirirken bilgi edinimimizi belirlemek ve düzenlemek gibi görünüyor.


En son kitaplar, podcast’ler ve bilgilendirici trendler hakkında güncel kalma konusunda ne kadar az takıntılı olursak, o kadar çok zaman yaratabiliriz kendi ilgi duyduğumuz uzmanlık alanımız için. Ve beş yaşındaki benliklerimizin de istediği şey bu değil miydi?


 

Destek olmak için bana bir kahve ısmarlayabilirsiniz :) ve E-Posta Bültenimize de üye olabilirsiniz…

 

Not: Bu makale 1 Mayıs 2020 tarihinde Medium platformunda yayınlandı.

61 views6 comments

Recent Posts

See All
  • Beyaz LinkedIn Simge
  • Beyaz Facebook Simge
  • Beyaz Heyecan Simge

BU İÇERİĞE EMOJİ İLE TEPKİ VER

bottom of page