
Gözlemsel Yaşam Sanatı: Sessizliğin Farkına Varmak
- Hüseyin GÜZEL

- Aug 30
- 3 min read
Durgunluk, acı ve görmenin bilgeliği üzerine… Geçenlerde, güneşli bir öğleden sonra parkta yürüyordum. Birden, bir bankta oturan yaşlı bir adam gördüm. Başı hafifçe öne eğikti, ellerine bakıyordu. Ellerinin her bir çizgisi, her bir kırışıklığı, adeta yaşanmışlıkların, anıların ve belki de acıların bir haritası gibiydi. Sanki o eller, zamanın ağırlığını, geride kalan bütün o yılların yükünü taşıyordu.
Böyle anlarda, geçmişin fısıltısı çok daha güçlü gelir insana. Özellikle de şimdiki zaman yabancı ve huzursuz hissettirdiğinde, insan geçmişe sığınmak ister. Belki de bu yüzden, o adamın yüzünde hem bir durgunluk, hem de o durgunluğun getirdiği bir bilgelik vardı. Sanki yaşadığı her şey, her acı ve her neşe, gözlerinin derinliklerinden yüzüne yansıyordu...
"Dünya, duyularımızın keskinleşmesini sabırla bekleyen sihirli şeylerle dolu." W. B. Yeats
Başını kaldırdı ve gözlerini parkta gezdirdi. Çimenlerin üzerinde koşturan çocuklar, zıplayan köpekler ve akşamın alacakaranlığında banklara uzanmış sevgililer vardı. Otoparkın kenarında ise, günün yorgunluğunu atmaya çalışan ebeveynler toplanmıştı.
Güneş batmaya devam ediyor, ağaçların gölgeleri uzadıkça uzuyordu. Köpeğimle birlikte oradan geçerken, o yaşlı adam bana hafifçe başını salladı. O an, bir anlığına göz göze geldik. Sonra ışık değişti, gölgeler uzadı ve o adam, sanki parkın kararan havasıyla bir olmuş gibi gözlerden kayboldu.

Birden aklıma büyükannem Mary geldi. Annem meşgul olduğunda beni sık sık o izlerdi. Onu, parktaki banklarda otururken ve ben oynarken başparmaklarını döndürürken hayal edebiliyorum. O kadar sakindi ki, sanki hayatın kendisi onun için yeterliydi.
Sessizliği doldurmaya hiç ihtiyacı yoktu. Sadece dinlerdi ve her şeyi fark ederdi. Aile toplantılarında en az konuşan o olurdu ama herkesten daha fazlasını anladığına eminim. Sonra ona bir şey sorulduğunda, kimsenin fark etmediği küçücük bir gerçeği, keskin bir gözlemle dile getirirdi. Kendisi de iyi bir gözlemci olan babam, "Evet, Mary, kesinlikle haklısın," diyerek başını sallardı.
Onun evi hep çay ve sodalı ekmek kokardı. Koltuğunun hemen yanında Yeats'in kitapları ve eski memleketin fotoğrafları dururdu. O ev, onun gibi, hem huzurlu hem de derin bir hikayeye sahipti.
Yüksek sesle şiirler okur, sonra da o gün şehirde gördüklerini anlatırdı: Arabasında ağlayan bir kadın, Katolik Kilisesi'nin önünde yürüyen bir ördek, Bayan Blum'un yeni elbisesi...
Sesinde her zaman bir nezaket vardı. Babam, o vefat ettikten çok sonra bile, onun bir aziz olduğunu söylerdi. Sanırım o, hayatı tüm detaylarıyla fark eden biriydi. Kendisiyle ve dünya ile barış içinde yaşayan biriydi.
Yıllarca, işim gereği sadece gerçeklere odaklandım. Emniyet teşkilatında çalışıyordum ve kurgu değil, sadece somut gerçekler ilgimi çekiyordu. Hayatımın büyük bir bölümünde kurgu dışı eserler okudum. Ta ki eşim beni roman okumaya teşvik edene kadar.
Başlangıçta zorlandım. Olay örgüsünü ve zaman akışını takip etmekte güçlük çektim. Ama zamanla cümlelerin müziğini duymaya, kelimelerin ima ettiği gizli anlamları keşfetmeye başladım. Kurgu okumak, odaklanma yeteneğimi keskinleştirdi ve bana sabırlı olmayı öğretti. Bu sayede, etrafımdaki dünyayı, havaalanlarındaki, kafelerdeki ya da şehir sokaklarındaki insanları ve olayları daha farklı görmeye başladım.
Yazar Ann Patchett'in de dediği gibi, "romanlar bize sessiz ve yalnız kalmayı öğretir."
Ne yazık ki bu, günümüzde kaybolan bir yetenek. Kurgu, beni sosyal medyanın gürültüsünden ve bitmek bilmeyen haber akışından uzaklaştırdı. O dinginlik hissini, tıpkı büyükannemin sahip olduğu huzuru, yeniden bulmamı sağladı.
Güzel Sanatlar Yüksek Lisans dersinde Henry James'in Bir Kadının Portresi'ni okuyorduk. Romanın ana karakteri Isabel Archer olsa da, benim dikkatimi çeken onun hasta kuzeni Ralph Touchett oldu.
Ralph, zayıf ve hasta olduğu için hayata tam anlamıyla katılamayan bir karakterdi.
James'in de dediği gibi, "Hem zeki hem de hastaydı, ki bu hiç de hoş bir kombinasyon değildi." Ama tam da bu hastalığı sayesinde, Ralph, diğerlerinin göremediklerini görmeyi öğrenmişti. O, Isabel'i çok seviyor, onun özgür olmasını istiyor ve hayatın tuzaklarından onu koruyamasa da, onun ahlaki pusulası haline geliyordu. Hastalığı, onun içgörüsünü keskinleştirmiş, bu yüzden de önemsiz şeylere ayıracak vakti kalmamıştı.
Hayatımda ben de böyle insanlarla karşılaştım.
Hastalık yüzünden fiziken zayıflamış olsalar da, ruhsal olarak büyüyen insanlar tanıdım. Eşim, bir hastane hemşiresi olarak, bunu defalarca tecrübe etti. Her hasta acının üstesinden gelemez, ama bunu başaranlar, içlerindeki huzurla diğerlerimize bir pencere aralarlar.
Onların huzuru, insanın ne kadar güçlü olabileceğine dair bize bir fikir verir.
Gözlemci bir yaşam sürmek, hayatın hızını yavaşlatmak, sessizliğin içimize işlemesine izin vermek ve etrafımızdaki her şeyi fark etmektir. Tıpkı büyükannem Mary gibi. Tıpkı kısa ve sınırlı yaşamında Ralph Touchett gibi...
Ya da parktaki o yaşlı adam gibi... Gölgeler onu yutmadan önce bana başını salladığında, onun da hayatı böyle yaşadığını hissettim. Eğer büyükannem yanında olsaydı, o bankı kelimelere ihtiyaç duymadan paylaşabilirlerdi. Büyükannem sessizce İrlanda ezgileri mırıldanırken, yaşlı adam ellerine bakmaya devam edebilirdi.
İkisi de çocukları, köpekleri ve batan güneşin ışığını izlerdi. Biz yanlarından geçerken, belki de o sessizliğin ve görmenin zarafetinin bir kısmını onlardan kapabilirdik. Sadece görmenin yani farkına varmanın zarafetini...
by J. P. Weiss









Me sorprendió leer que había un casino online con ventajas pensadas para Alemania, algo que no había visto antes. Me animé a probar la ruleta y tras varios giros sin éxito, pensé que no ganaría nada. Pero en https://billionairespin.com.es salió justo el número que esperaba. Esa victoria me dejó con una sonrisa que duró toda la noche.