top of page

Blog Posts

Neden Hayatımızdaki Tüm Gürültülerin Esiri Olalım?

Sakin bir kalbi özlüyorsanız, öncelikle yakın çevrenizden başlayın…

Karımla ben muhtemelen yakın zamanda kablolu televizyon hizmetinden vazgeçeceğiz.


Her şey vergi hazırlığıyla başladı. Yeminli mali müşavir hizmeti aldığım muhasebecim 10–99 formu ve ilgili kayıtları toplamama yardımcı olması için bir vergi düzenleyici paketi gönderdi. Vergi hazırlığı zahmetli ama aynı zamanda aydınlatıcı olabiliyor.


Kamu hizmetleri için banka kayıtlarını incelerken gözüm kablolu televizyon ve internet hizmetleri için yinelenen aylık harcamalarıma takıldı. Tamam, premium üyeliklerimiz var, ancak maliyet bir araba taksiti ödemesine rakip olabilecek düzeyde.


Bu, eşimle genel olarak televizyon ve kablolu yayın hizmetlerinden artan memnuniyetsizliğimiz hakkında bir konuşma yapmamıza yol açtı.


Ara sıra meydana gelen aksaklıklar ve hizmet kesintileri dışında, en büyük sıkıntımız gürültülü olması ve içeriklerin yeterince iyi olmaması. Reklamlar çok sık, iğrenç ve izlediğimiz programlardan daha gürültülü. Sık sık kumanda ile sesini kıstığımız gürültülü şeylerden başka bir şey değiller.


İçeriğe gelince, derinliği ve değeri olan bir şey bulmak giderek zorlaşıyor açıkçası.


Bazen iyi bir film buluyoruz, ancak genellikle yeniden gösterimlere, yavan realite şovlarına, gazetecilik kılığına giren siyasi aktivizme, yinelenen İspanyolca dil kanallarına, bitmek bilmeyen bilgilendirici reklamlara ve realite suç içerikli programlara tıklıyoruz.



Genellikle yerel bir haber programı açarız. Sonra karım akıllı telefonundaki oyunlarla dikkatini dağıtır. Kulaklıklarımı takarım, iPad’imi elime alır ve bir TedTalk veya fotoğraf videosu için ekranı kaydırırım.


Televizyon, artan masrafına rağmen giderek daha ilgisiz ve keyifsiz geliyor bana. Yine de nedense her gece açıyoruz bir şekilde.


Sanki yalnız kalmaktan korkuyor gibiyiz.


 

Gözler için sakız çiğnemek gibi bir şey

Karım hafta sonları çalışan bir bakımevi hemşiresidir. Uzun, 12 saatlik vardiya düzeninde çalışıyor ve o genellikle akşam 20:30 civarında eve geliyor.


Hafta sonlarım gün içinde bir şeyler okumak ve yazmaktan ibaret diyebilirim. Egzersiz yapıyorum, köpeklerimi gezdiriyorum, oğlumu ziyaret ediyorum ve sonra oturma odasına çekiliyorum. Her zaman da eşimin gelmesini beklerken televizyonu açıyorum.


Çoğu zaman izlenecek pek bir şey de yok açıkçası. Böylece iPad’imi tararken bir tür arka plan gürültüsü oluyor bana TV. Ancak YouTube, bariz reklamlar ve sığ tıklama tuzaklarıyla dolu, ve bu da kendi türünde bir gürültü demek.


“Televizyon gözler için sakızdır.” Frank Lloyd Wright

Sonra bir gece yeni bir şey yaptım. Televizyonumuzdaki müzik kanallarını keşfettim. Hafif, klasik müzikler seçtim.


Sonra, bir fincan kahve yaptım ve rastgele düşüncelerimi karalamak ve yazmak için günlüğümü elime aldım. Oturma odası ortamımdaki çarpıcı değişikliği fark edene kadar bir saat geçti sanırım.


Daha önce gürültülü reklamlar ve sıradan programlarla noktalanan yanıp sönen televizyon ekranı iken, şimdi sakin ve düşünceli bir sığınaktı benim için artık. Yumuşak klasik müzik, iyi kahve kokusu ve günlüğümün yanındaki sıcak lamba ışığı, ruhumu sakinleştirdi ve yatıştırdı adeta.


Eşim eve geldiğinde karalamalar yaptığımı ve sessiz müzik eşliğinde kahvemi yudumladığımı görünce, “Bu rahatlatıcı geldi değil mi?” dedi.


“Evet, gevşedim. Zira bu dağınık, çılgın ve gürültülü dünyada çoğumuzun can attığı şeydir rahatlamak.” dedim.


 

Aptalca, gürültülü, derinliksiz ve kırık şeyler

Son zamanlarda Super Bowl’u izlediyseniz, şüphesiz reklamlara denk gelmişsinizdir muhakkak. Bazı insanlar oyundan çok reklamları seviyor.


Bir bakıma reklamlar bize kendimiz hakkında bir çok şey anlatıyor.


Bu yılki reklamlarda tatlı ve dokunaklı anlar vardı. Ama sonra o Google Pixel reklamı yok mu? Sakin bir müzik ve görüntülerle zarif bir şekilde başlıyor. Rahatlatıcı ve güzel. Ama sonra, sarsıcı bir şekilde, her şey gürültüye dönüşüyor. Çığlık, yüksek sesli müzik, yanıp sönen görüntüler ve genel uyumsuzluk…


İnsanların ve toplumun bu günlerde sıklıkla nasıl hissettiğini anlatıyor. Wall Street Journal yazarı Peggy Noonan, “America’s Longing for Authenticity” (Amerika’nın Özgünlük Özlemi) başlıklı yakın tarihli bir makalesinde şunları yazdı:


“Reklam yapımcıları kendilerine şunu sormuş olmalı: Amerika ne istiyor? Ve cevap veriyorlar: Aptalca, gürültülü, derinliksiz ve kırık şeyler. Amerika ile tanıştığımı söylemek için buradayım ve onların istediği şey bu değil. İstedikleri ‘Yaşamama yardım et, çocuklarımın yaşamasına yardım et, doğru bir şey hissetmeme yardım et.’ ”


Doğru bir şey.


Evet, sanırım çoğumuz gerçek bir şey hissetmeyi özlüyoruz. Kalplerimizde ve ruhlarımızda yankılanan bir şey bu.


Bunu harika bir roman okuduğumda ve yazarın gerçek bir şeyi yakalamış olduğunda hissediyorum. Ya da enfes gerçeğin gözyaşlarını ve “Evet, bunu yaşadım ve hissettim” düşüncesini yaşadığım muhteşem bir film izlediğimde. Benle ilgili olabilir. Ama doğru.

Kalplerimiz ve zihinlerimiz gerçek bir şeyi özlüyor, ancak günümüzün kitle iletişim araçlarının çoğundan gelen yanıtlar sadece gürültüden ibaret.


 

Sakinliğin ideali, oturan bir kedide vardır

Gürültünün esiri olmak zorunda değiliz.


Durgunluk, barış ve hakikat dolu bir hayat yaratabiliriz. Sakin bir kalbi özlüyorsanız, ev ortamınızdan başlayın.


Sessiz müziğin ve sürükleyici kitapların iyileştirici gücünü yeniden keşfedin. Bir fincan çay veya kahve, rahat bir koltuk, yumuşak okuma lambası, belki bir kedi de olabilir yanı başınızda ve ruh halinize, ruhunuza ne olduğunu görün. Daha da iyisi, bir mum yakın ve titreyen ışığın tansiyonunuzu nasıl düşürdüğünü hissedin.


“Sakinliğin ideali, oturan bir kedide vardır.” Jules Renard

Bunu bir süredir yapmadıysanız veya sosyal medyanın yanıp sönen ışıklarına ve yağmacı algoritmalarına bağımlıysanız, gürültüyü kapatmak ve ruhunuzu susturmak biraz pratik yapmayı gerektirebilir.


Ama buna değeceğine eminim…


John P. Weiss

Recent Posts

See All
  • Beyaz LinkedIn Simge
  • Beyaz Facebook Simge
  • Beyaz Heyecan Simge

BU İÇERİĞE EMOJİ İLE TEPKİ VER

bottom of page