Bir zamanlar, uzak şehirlerin birinde bir dede ile torunu yaşardı. Dedenin adı Halid, torununun ise Rim’di.
Rim, minicik elleriyle dedesinin sakallarıyla oynar; dizlerinde oturup masallar dinlerdi.
Halid, Rim’e "ruhumun ruhu" derdi. Çünkü Rim, onun yorgun kalbinin en güzel tesellisiydi.
Yaşadıkları topraklar, uzak diyarlardan gelen kötü adamlar tarafından kuşatılmıştı. İnsanlar, evlerinden çıkabilseler de şehirlerinin dışına gidemiyorlardı.
Fakat Rim, bunlardan habersiz masmavi gökyüzünün altında dedesiyle bisiklete binmeyi çok severdi.
Ama bir gün, bu mavi gökyüzü karardı. Şehir, uçakların sesleriyle titredi. Halid, Rim’i kollarına alıp saklamak istedi, fakat... Bir bomba düştü. Rim, toprağın kollarına gitti. Halid’in ruhunun ruhu, bir anda kayboldu.
Halid Rim’ini gözlerinden öperek uğurladı ve vasiyetini tekrarladı: “Ne olursa olsun iyilik yap.”
İşte o günden sonra Halid, Rim’in adını yaşatmak için her gün kedilere su verdi, çocuklarla oyunlar oynadı, yaşlılara yemek taşıdı.
Rim’in gözlerindeki parıltıyı kedilerin minnettar bakışlarında, insanların dualarında buldu. Yaptığı her iyilikte ruhunun derinliklerinde Rim’in adını duyuyordu.
Halid, bir gün pazarın ortasında, elinde birkaç ekmek torbasıyla insanlara yetişmeye çalışırken gökyüzü bir kez daha karardı. Aynı uğultu, aynı korku... O gün bir bomba daha düştü. Halid, toprağın üzerinde sırt üstü yatarken, bir zamanlar Rim’in masum gülüşleriyle doldurduğu gökyüzüne baktı.
Ve o anda Rim’i gördü. O, Halid’e doğru koşuyordu. Minicik elleriyle dedesinin elini tuttu ve “Artık yoruldun dede. Haydi, birlikte gidelim.” dedi.
Dünya bir kez daha sessizleşti.
Derler ki o günden sonra her kim bir kediye su verdiyse, bir açın karnını doyurduysa ya da bir çocuğun başını okşadıysa ruhunun derinliklerinde Rim’in adını duydu.
by Erhan İdiz
Comments