Yılların Altındaki O Küçük Çocuk
- Hüseyin GÜZEL
- Jan 20
- 7 min read
Updated: Jan 21
Doğanın en küçük canlıyı bile önemsemesi gibi, evren de bazen beklenmedik sürprizlerle karşımıza çıkar... Benim için böyle bir sürpriz, çocukluğumun bir Noel sabahında yaşandı. Ağaç altında, parıltılı bir tren seti beni bekliyordu. Aslında trenlere pek de meraklı değildim, bu yüzden bu hediye beni şaşırtmıştı. Acaba neden tam da o yıl bir tren seti almışlardı? Bu soru, yıllarca zihnimde yankılandı.

Yaşadığımız yer olan Kaliforniya'nın Los Gatos kentinin kalbinde yer alan Oak Meadow ve Vasona Parkları, çocukluğumun vazgeçilmez oyun alanlarıydı. Özellikle, parkın içinde dolaşan minik tren, bizim için büyülü bir deneyimdi. Paslanmış metalin sıcak kokusu, tiz düdüklerin keskin sesi ve parkın yeşillikleri arasında ilerlerken hissedilen hafif sarsıntı... Her ayrıntısıyla hafızamda kalan o anlar, şimdi bile içimi bir sıcaklıkla doldurur. Gölün kıyısına vardığımızda, pencereden dışarı uzanır, parmaklarımla suyun yüzeyini okşardım. O an, dünyanın tüm dertlerinden uzak, sadece o minik tren ve ben vardık.
Ama bu bir tren seti istediğim anlamına da gelmiyordu.
Tren setini isteyen babamdı aslında. Paketi açtığımda, babam yardım etmek için yanıma oturdu.
Elleriyle minik lokomotifi havaya kaldırdı, gözleri büyüyerek metal parçalara takıldı. "Şu küçük motora bak, tüm parçaları metal!" diye haykırdı heyecanla. "Ve bak, bak! Hepsi birbirine bağlı ve raylar üzerinde gidiyorlar. Hatta bir düdüğü bile varmış!" Parmaklarıyla lokomotifi incelemeye devam ederken, yüzünde kocaman bir gülümseme yer etmişti babamın adeta bir çoçuk edasıyla.
"Harika," demiş olmalıyım, onun gibi coşkulu görünmeye çalışarak; zira çocuklar babalarını memnun etmek ister.
Kız kardeşim ve benim için başka bir sürü hediye daha vardı.
Annemin ve babamın şımarıklıklarıyla büyümüştüm. Evimiz, oyuncaklarla dolu bir cennet gibiydi. Günlerimi, yeni ganimetlerimi keşfederek geçirirdim. Diğer oyuncaklar bir süre sonra ilgisini çekmese de, o minik tren seti her zaman beni büyülemişti. Saatlerce rayları kurar, küçük lokomotifimi oyalardım. O tren, sadece bir oyuncak değil, çocukluğumun en güzel anılarından biriydi.
Babam çoktan tüm rayları birbirine bağlamış ve her şeyi kurmuştu.
Aile odasının kapısını araladım ve gözlerime inanamadım. Noel ağacı, minik bir tren yoluna dönüşmüştü. Lokomotif, raylar üzerinde hızla ilerlerken, vagonlar rengarenk ışıklarıyla göz kamaştırıyordu. Babam, koltuğunda rahatça oturmuş, bir kitap okuyordu. Gözleri bana çevrildiğinde, yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Ben de heyecanla ona doğru koştum.
Kitabını bırakıp yanıma otururken "Onu çalıştırmak ister misin?" diye sordu.
"Elbette," dedim.
Elektrik düğmesine bastığımda, odam bir anda büyülü bir dünyaya dönüştü. Minik tren, raylar üzerinde ilerlerken, beni uzak diyarlara götürüyordu. Babamın gözlerindeki parıltı, benim de hayaller kurmama neden oluyordu. Küçük lokomotifin "tut-tut" sesleri, bu hayali yolculuğun müziğiydi.
Garip bir şekilde büyüleyiciydi.
"Çocukken bir tren seti istedim ama paramız yoktu," diye mırıldandı babam, gözleri uzaklara dalmıştı. Sesindeki hüzün, kalbime dokunmuştu. O an, babamı sadece otoriter bir figür değil, hayalleri olan, çocukluğu boyunca özlemlerle yaşayan bir insan olarak gördüm.
Gözlerindeki o parıltı, bana kendi çocukluğumdaki hayallerimi hatırlattı. Yılların altındaki o küçük çocuk...
Doğa sadece bir gün yaşayanları küçümsemez
Sonraki yıllarda, babam Chevron benzin istasyonlarından oyuncak arabalar toplamaya başladı.
Lisansüstü yıllarımda eve her gidişimde, babamın çalışma odasındaki oyuncak arabalar beni çocukluğuma götürürdü. Sanki zaman durmuş, biz hâlâ küçük bir odada yerde yuvarlanıp oyuncaklarla oynuyormuşuz gibi hissederdim. O oyuncaklar, babamla aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hatırlatırdı.
Bir keresinde babama "Oyuncak arabaların olayı ne?" diye sordum.
"Çok eğlenceliler," demişti.
Babam 2004'te vefat ettikten sonra yatak odasını toplarken, dolabın en ücra köşesinde saklı bir dünya keşfetmiştim. Küçük oyuncak arabalar, sanki beni bekliyormuş gibi sıralanmıştı. O an, çocukluğumun en güzel anıları zihnimde canlandı. Babamın işten eve getirdiği o minik hayvan figürlerini hatırlıyorum. Sacramento'da sık sık gittiği o restorandan alırdı onları. Kız kardeşimle birlikte dolabının önünde bekler, gözlerimiz heyecanla parıldarken bir oyuncak isterdik. O da cebinden küçük bir hayvan çıkarır, bize uzatırdı. Şimdi ise, o minik hediyeler, babamın bize olan sevgisinin en güzel kanıtıydı.
En sevdiğim su aygırıydı.
Babam, kitaplarla büyümüştü. Çocukluğunun büyük bir kısmını, tozlu rafların arasında, tarih kokan sayfalar arasında geçirmişti. Her yaramazlığımızda, anneannem bizi azarlar, "Defol git odandan çık, baban gibi kitap oku!" derdi. Babamın çocukluğunun cezası, bizim için en büyük ödülmüş gibi gelirdi. Oysa o, o kitapların arasında, kendi dünyasında kaybolmayı tercih ederdi.
Babamın çocukluğu, askeri bir disiplin içinde geçirilmişti. Babası, Hava Kuvvetleri'nde önemli bir görevde bulunuyordu. Evde her şeyin yerli yerinde olması, kuralların titizlikle uygulanması gerekiyordu. Eski aile fotoğraflarında, babamın babası dik duruşuyla dikkat çekerken, annesi ise şefkat dolu gözleriyle çocuğuna bakıyordu. Babam ise, o fotoğrafların içinde bile biraz yalnız görünüyordu. Büyüdükçe anladım ki, babam kucaklanmaktan çok el sıkışmaya alışmıştı. Belki de o askeri disiplin, babamla aramızdaki mesafeyi yaratmıştı.
Babamın çocukluğu, Büyük Buhran'ın gri bulutları altında geçmişti. Babası, kasabanın gökyüzünü süsleyen cesur bir pilottu. Eski, çift kanatlı uçağıyla gökyüzünde süzülürken, kasaba halkına unutulmaz anlar yaşatırdı. O dönemde insanlar çok şey kaybetmişlerdi ama eğlenceye olan tutkularını kaybetmemişlerdi. Küçük bir ücret karşılığında, gökyüzünde kısa bir yolculuk yapmak, onlara hayatın zorluklarını unuttururdu. Babamın anlattıklarına göre, uçağın motorunun gürültüsü, o dönemde kasabanın en güzel müziğiymiş.
O zamanlar zordu. Babamın çocukluğu yıllarında elektrikli trenler ve süslü oyuncaklar yoktu.
Babam erken büyüdü. Belki de bu yüzden yetişkinliğinde oyuncak arabalar, hayvan figürleri ve bir tren seti satın aldı. Zorluklarla kısa kesilen çocukluğunu telafi ediyordu adeta.
Yılların altındaki o küçük çocuğu rahatlatıyordu aslında.
“Çocuklar büyüdükleri için, bir çocuğun amacının büyümek olduğunu düşünürüz. Ama bir çocuğun amacı çocuk olmaktır. Doğa, sadece bir gün yaşayanı küçümsemez. Her ana kendini tümüyle akıtır. Çakmak taşından yapılmadığı ve uzun ömürlü olmadığı için zambağa daha az değer vermeyiz. Hayatın bereketi akışındadır, daha sonra çok geç olur. Şarkı söylendiğinde nerede? Dans edildiğinde nerede? Sadece biz insanlar geleceği sahiplenmek istiyoruz. Evrenin varış noktamızı ortaya çıkarmak için mütevazı bir şekilde çalıştığına kendimizi inandırırız. Tarihin gelişigüzel kaosunu her gün, her saat fark ederiz, ama resimde yanlış bir şey vardır. Doğanın en yüce yaratılışının birliği, anlamı nerede? Elbette o milyonlarca küçük kaza ve irade akıntısı, şüphesiz bizi beklendiğimiz yere taşıyan o uçsuz bucaksız yeraltı nehrinde düzeltilir! Ama öyle bir yer yok, bu yüzden ütopya deniyor. Bir çocuğun ölümü, orduların, ulusların ölümünden daha fazla anlam ifade etmiyor. Çocuk yaşadığı süre boyunca mutlu muydu? Bu uygun bir soru, tek soru. Kendi mutluluğumuzu ayarlayamıyorsak, bizden sonra gelenlerin mutluluğunu ayarlamak bayağılığın ötesinde bir kibirdir.” Tom Stoppard, The Coast of Utopia
Oyun yazarı ve senarist Tom Stoppard'ın çocukluğun amacını güzel bir şekilde özetlediğini düşünüyorum. Bir çocuğun amacı çocuk olmaktır. Keşfin, merakın ve masumiyetin heyecanını yaşamaktır.
Çok geçmeden büyüyoruz...
Çocukken geleceği pek düşünmeyiz
Biz yetişkinler, kurumuş bir bahçede unutulmuş tohumlarız belki de. İçimizde, bir zamanlar filizlenmiş, büyümüş, sonra solmuş hayallerin izleri var. Belki de yeniden canlanmak için ihtiyacımız olan tek şey, bir damla sihirli yağmur ve biraz güneş ışığıdır. Ruhumuzun toprağını sulasın, hayallerimizin tohumlarını yeniden yeşertsin diye.
Belki de o sihirli iksir sevgi ve zamandır.
Aile ve arkadaşların sevgisi bizi rahatlatır. Ve zaman egolarımızı ve hırslarımızı geride bırakmamızı ve çocuksu bir zarafet durumuna geri dönmemizi sağlar.
"Çocukken geleceği pek düşünmeyiz. Bu masumiyet, çok az yetişkinin yapabileceği gibi kendimizin tadını çıkarmamızı sağlar. Gelecek hakkında endişelendiğimiz gün, çocukluğumuzu geride bıraktığımız gündür." Patrick Rothfuss, The Name of the Wind
Annem hayatının sonuna doğru, Parkinson hastalığı onu Sunrise Senior Living'in üçüncü katındaki bir yatağa mahkum ettiğinde, onu her hafta ziyaret ederdim. Üçüncü kat "Hafıza Birimi" olarak belirlenmişti, bu da oradaki tüm sakinlerin ileri derecede bunamadan muzdarip olduğu anlamına geliyordu.
Annemi, hayatının son mevsiminde, 'Sunrise Senior Living' dedikleri bir yerin üçüncü katında ziyaret ederdim. Orası, zamanın durduğu, hafızaların kaybolduğu bir yerdi. 'Hafıza Birimi' tabelası, sanki o kapının ardında kalan her şeyin unutulmaya mahkum olduğunu söylüyordu. Annemin gözleri, bir zamanlar dünyanın tüm renklerini yansıtan o gözler, şimdi boşluğa dalmıştı. Bir zamanlar beni sımsıkı saran o elleri, artık yatağa yapışmış, hareketsiz kalmıştı.
Annem hariç...
Hafıza birimini seçtik çünkü personel-hasta oranı en yüksekti ve tüm yardımcılar annemi sık sık ziyaret ediyordu çünkü hala aklı başındaydı ve hoş bir sohbet arkadaşıydı.
Ziyaretlerim sırasında, diğer sakinler odalarda ve koridorlarda iyiliksever hayaletler gibi dolaşıyorlardı. Genellikle, bebek, doldurulmuş hayvan ve diğer zararsız oyuncakları taşıyorlardı.
Birçok açıdan, bir kez daha çocuk olmuşlardı...
Gülmek için dans ederiz, ağlamak için dans ederiz
Yıllar önce küçük oğlumu anaokulundan aldığımı hatırlıyorum.
Sınıf, bir arı kovanı gibi vızıldıyordu. Çocuklar, rengarenk çiçekler arasında dans eden kelebekler gibiydiler. Müzik, bir rüzgar gibi estirirken, onların kalplerini coşturuyordu. Vücutları, ritmin büyüsüne kapılmış, bilinçsiz bir dansa tutulmuştu. Sanki bir ressamın fırçası, tuvale rengarenk lekeler sürüyormuş gibiydiler.
İçindeki çocuğun dans etmeyi sevdiği o entelektüel dev Albert Einstein'a atfedilen bir alıntı geldi aklıma.
"Kahkaha için dans ederiz, gözyaşları için dans ederiz, delilik için dans ederiz, korkular için dans ederiz, umutlar için dans ederiz, çığlıklar için dans ederiz, dansçılarız, hayalleri biz yaratırız." Albert Einstein
Birkaç yıl sonra, Noel'de oğlum için çocuklara yönelik tahta bir alet kutusu seti aldım.
Babam gibi, sanırım alet kutusu setini kısmen kendim için aldım. Minyatür parçalar ve hepsinin katlanır kutuda ne kadar düzgün bir şekilde bir araya geldiği beni adeta büyülemişti.
Oğlum alet kutusunu beğendi ve ara sıra onunla oynadı ama sonra başka oyuncaklara geçti. Bir süre sonra, tüm ilgisini kaybettiğini düşündüğümde, tahta alet kutusunu yeniden kullandım ve yağlı boya tablom için taşınabilir bir boya kutusuna (pochade kutusu olarak bilinir) dönüştürdüm.
Çok şaşırdım, şimdi 26 yaşında olan oğlum yakın zamanda eski alet kutusundan bahsetti.
"Alet kutumu bir boya kutusuna dönüştürdüğüne inanamıyorum," dedi.
Eşim de araya girdi. "Evet, neden bunu yaptın? O alet kutusunu çok severdi." dedi
Hiçbir fikrim yoktu :)
Noel'den hemen önce, Las Vegas'ın merkezinde, bağımsız bir kitapçıdaydım. Arka taraftaki çocuk bölümünde cam bir vitrin gördüm. Alt rafta çocuklara ait ahşap bir alet kutusu seti vardı.
Uzun zaman önce oğluma aldığım setin neredeyse aynısıydı.

Pahalıydı, yaklaşık 70 dolardı.
Oğlumun artık büyüdüğüne göre böyle bir hediyeyi umursayıp umursamayacağından emin değildim. Eve gittim ve karıma tahta alet kutusundan bahsettim.
"Neden almadın? Geri dönüp satın almalısın." dedi bana. Karım her konuda her zaman haklıdır.
Noel günü oğlum hediyeyi açtı ve gülümsedi :)
"Küçükken alet kutunu çaldığım için kefaretimi ödedim," dedim kıkırdayarak. Oğlum ve karım hediyeyi beğendiler ve hepimiz gülüştük :))
Babamı düşündüm. Gözlerim oyuncak alet setine takıldı. Babamın bana aldığı o eski Chevron arabalarını, plastik hayvan figürlerini ve o büyüleyici tren setini hatırladım. Küçük ellerimle onları nasıl incitmeden oynardım, saatlerimi nasıl geçirirdim... Şimdi, büyümüş, kocaman ellerimle aynı aleti tutuyordum. Ama gözlerimdeki o çocukluk ışığı hiç sönmemişti. Babamın bana armağan ettiği o masumiyeti, o hayalleri hala taşıyordum içimde.
Hepimizin içinde küçük bir erkek veya küçük bir kız çocuğu vardır. Mücadele, neşe, üzüntü, sorumluluk ve amansız yetişkinlik yıllarının altında saklı.
Gizli ama asla unutulmayan...
(Bu makalenin orjinali ilk olarak burada yayınlandı)
Comments