top of page

Blog Posts

Bir Mahkumun Hayat Hakkında Bildikleri

Kayıp bir hayatın kurtuluş hikayesi

Bazen bazı hayaller kurarız, ama gerçekleşmezler. Planlar yaparız ve en iyi şekilde, ama hayat bizi istemediğimiz bir takım yollara sevk eder.


Benjamin Foster için, bu yollardan biri doğrudan Barstow İlçe Islah Merkezi’ne çıktı. Mahkumların bir çoğunun da bildiği gibi, “ıslah merkezi” “hapishane” ile karşılaştırıldığında kulağa daha yumuşak gelen bir ifadedir.


Benjamin eskiden iyi bir çocuktu. Küçükler liginde oynadı ve iyi bir öğrenciydi. Bilgisayarları ve çizimler yapmayı seviyordu, ve video oyunu tasarımcısı olmayı hayal ediyordu.


Ama işler hiçte istediği gibi gelişmedi. Babası annesini sekreteriyle aldattı. Anne-Babası boşandıktan sonra Benjamin annesiyle birlikte yaşamaya başladı. Babası nadiren de olsa onları ziyaret etti ve annesi, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için daha fazla çalışmak zorunda kaldı.

 

Boşta kalan eller şeytanın atölyesidir

Gel atölyemde oyna :) ha ha :)

Bir gün, Benjamin okuldan sonra evine yürüdü ve genellikle de yalnız olurdu bu zamanlar. Ödevini yapmaya çabalar, ancak genellikle televizyon izlemek ve çizimler yapmak dikkatini dağıtıyordu.


Ertesi gün aynı mahalleden lise öğrencisi Sid ile karşılaştı, ve sıkı iki iyi arkadaş oldular. Pek ayrı takılmazlar oldular. Sonrasında Sid’in Benjamin’i alkol ve esrarla tanıştırması çok uzun sürmedi.

Benjamin’in okul notları düşmeye başladı ve annesi ile tartışmalar yaşamaya başladı. Benjamin, tekrar eski başarılı günlere dönebilmesi için gereken destekten de yoksundu.


Esrar ve alkol, ve devamındaki çılgın partiler metamfetamin (halüsinasyona neden olan uyarıcı nitelikli sentetik bir uyuşturucu) bağımlılığını beraberinde getirdi. Benjamin’in hayatı hızla çözülüyor ve onarılması güç hale geliyordu…


Boşta kalan ellerin şeytanın atölyesi olduğu söylenir. Bu doğruysa, metamfetamin, şeytanın atölyesine güç veren bir yakıt.


Benjamin’in uyuşturucu bağımlılığı hırsızlık, ve suça yol açtı. Annesi çok akıllı ve bilinçli bir insandı ve onu geri kazanabilmek için çok çabaladı, hatta onu bir madde bağımlılığı programına bile göndermişti. Ama maalesef hepsi boşunaydı.


Yirmili yaşlarının başında, Benjamin yarı zamanlı olarak bir oto yıkamacıda çalışmaya başladı. Maalesef bu tarz yerler, uyuşturucu satmak için bulunabilecek en iyi yerlerdi. Taa ki, bazı tehlikeli müşteriler tarafından dolandırılıp tedarikçilerine borçlanıncaya kadar.


Sonrasında bu borçları ödeyebilmek için bir banka soygununa karıştı, ama işler hiçte planladığı gibi yürümedi. O gün iki polisin bankada olacağını nasıl bilebilirdi.


Mahkeme süreci başladı ve Benjamin’in avukatı elinden geleni yaptı. Onun lehine olan sadece, bir silah kullanmamış olması ve kimseye zarar vermemiş olmasıydı.


Benjamin’in annesi, hapis cezasına çarptırılması ve oğlunun mahkeme salonundan kelepçeli bir şekilde çıkarılması üzerine çok ağladı. Ve sonrasında Barstow İlçe Islah Merkezine götürüldü, ve O artık Benjamin Foster değildi.


Artık Mahkum 27409'du.

 

Rembrandt ile Tanışması

Rembrandt, “Komik olan şu ki, boyayamıyorum bile”

Hapishane Benjamin’i korkuttu. Her yerde dövmeli vücutlu ve gizli ittifakları olan sert-psikopat insanlar vardı.


Hapishane gürültüsü berbattı. Alarmlar, çarpan kapılar, zil sesleri, çığlıklar ve bağrışmalar. Gerçek bir cehennem. Bu yeni dünyada yaşayabilmek çaba, şans, gözlem, takas ve zaman gerektiriyordu. Ne yazık ki, dört yıl hapis cezası bolca zamanı var demekti.


Benjamin, beladan uzak durmasına ve zaman geçirebilmesine yardımcı olacak bir iş yada meşgale aradı. En sevdiği iş de hapishane kütüphanesinde çalışmaktı. Yıllar sonra, kütüphanedeki işin muhtemelen hayatını kurtaracağının farkına varacaktı. Çünkü burada “Rembrandt” ile tanışmıştı.


Benjamin’in Rembrandt ile ilk karşılaşması hapishane kütüphanesinin arka tarafına yakındı. Benjamin, yetmiş iki yaşındaki bu mahkumu, etrafında birkaç sanat kitabı bulunan bir masada otururken buldu. Ayrıca masanın üzerinde inanılmaz kalem çizimleri ile dolu bir eskiz defteri vardı.


Benjamin yaşlı mahkum ile bir konuşma yaptı ve herkesin ona “Rembrandt” adını verdiğini öğrendi.


“Komik olan şu ki, boyayamıyorum bile” dedi gülümseyerek Rembrandt Benjamin’e. “Hapishane bütçesi boya almama izin vermiyor, bu yüzden elimde olan tek şey eskiz defteri ve bir kalem!”

“Evet, ama bu çizimler inanılmaz” diye karşılık verdi Benjamin.

“Üstatlardan kopyalamayı seviyorum. John Singer Sargent ve Caravaggio gibi. Bu eski sanatçılardan çok şey öğrenebilirsin.” dedi Rembrandt.
 

Eski Mektuplar ve Pişmanlıklar

Benjamin, “Üzgünüm. Sarah’a ne oldu peki?”

Benjamin ve Rembrandt’ın arkadaş olmaları çok uzun sürmedi. Rembrandt, Benjamin için bir baba gibiydi. Hatta Benjamin’in şuan hayatta olmayan babasından bile hissetmediği kadar.

Benjamin dikkatli bir şekilde Rembrandt’a bir gün spor sahasında şunu sordu, “Soygunumdan bahsettim, ama bana hikayeni anlattığını sanmıyorum?”


“Cinayet. Karımın bir iş arkadaşıyla ilişkisi olduğunu öğrendim. Bir süre şüphelendim. Ama sonra bir gün arabasını bir motelde park etmiş halde buldum.” dedi ve Rembrandt başını iki yana salladı.


“Bu korkunç. Üzgünüm.” Benjamin’in söyleyebileceği tek şey buydu.


“O zamanlar alkoliktim. Sarhoştum. Motel kapısına tekme attım ve adama saldırdım. Dövüştük. Yere düştü, odadaki bir mermer heykelciği alıp adamın kafatasında parçaladım. Onu hemen oracıkta öldürdüm.”


Rembrandt Benjamin’e doğru baktı ve ekledi, “Ve hepsi bu. Savcılık önceden planlanmış olduğunu iddia etti. 30 yılım var. Karım beni terk etti. Yetişkin bir kızım vardı Sarah, ama ben de onu kaybettim.”


Rembrandt sertçe yutkundu.


“Üzgünüm. Sarah’a ne oldu peki?” diye çekinerek sordu Benjamin.


“Aah, çoğunlukla zaman ve hayal kırıklığı, sanırım. Her ay ziyaret ederdi ve bana evdeki hayatını anlatırdı. Ama sonrasın mektuplar yazdı. Bir süre, neyse. Şimdi sadece Noel kartları gönderiyor.” diye cevap verdi Rembrandt.


Rembrandt, Benjamin’in yanındaki avluya oturdu ve doğrudan gözlerinin içine baktı ve, “Benjamin, ama artık sorun etmiyorum. Şimdi her şeyle barış içindeyim. Ailemden sadece eski mektuplar ve pişmanlıklar kaldı geriye, ama onların da kendi hayatları ve düzenleri var. Tanrı’ya olan inancım ve sanatımdan başka hiç bir şeyim yok artık.” dedi.


“Keşke senin yerinde olabilsem Rembrandt. Eskiden rüya görürdüm, ama üç yıldır buradayım ve rüya dahi görmüyorum.” dedi Benjamin.


“Eyvallah, Benjamin, eğer istersen seninle burada edindiğim kazanımları ve sanatımı paylaşabilirim. Hem hapishanenin içinde hem de dışında işe yarayabilecek beş yaşam stratejisi öğrendim. Sanırım sana yardımcı olabilir.” dedi Rembrandt Benjamin’e gülümseyerek.

“Neden olmasın, öğrenmek isterim elbette.” dedi Benjamin.

 

Hapishane Bilgeliği


Ertesi gün hapishane kütüphanesinde Rembrandt, Benjamin’in önünde bir not defteri açtı. Rembrandt beş yaşam stratejisini bu deftere yazmıştı:


1- Bırakın ve kabul edin 2- Kendinizi affedin 3- Sahip olun 4- Duygusal olgunluk gösterin 5- Şükredin


Benjamin listeye bakarken, Rembrandt konuştu. “Hapishaneye girdiğimde bir şey fark etmeye başladım. Tüm yeni gelenler gergin, korku dolu ve sinirliydi. Yüzlerinden görebiliyordum bunu. Korkuyla boğuşuyorlardı, ama bundan daha fazlası vardı elbette. Sevgi, statü, kabul edilmek gibi…”


“Evet, benim için de böyle oldu.” dedi Benjamin başını onaylarcasına yukarı aşağı hareket ettirerek.


“Hapishanede olması gereken, hayatta kalmak için zihinsel tokluk inşa etmemizdir. Dünyalarımız televizyon, spor aktiviteleri, okumak, belki de satranç ile küçülüyor. Ama zamanla hayatlarımız üzerinde asla daha fazla kontrolümüz olmadığını anlıyoruz. Dışarıda bile. Bırakmayı öğreniyoruz zamanla. Bunu yapabilmek insanı rahatlatır. Daha çok gülümsetir. Bırakmak ve kabul etmek rahatlatır ve özgürleştirir.” dedi Rembrandt ve listesine işaret etti ve “İki numara affedici olmaktır. Kendiniz ve başkaları için. Kendimizi ve başkalarını suçlamaya devam edersek, duygusal bataklık gibi bir yere doğru çekiliriz. Ve bu bizi tüketir. Aslında affetmek kişisel olgunlaşmanın da kapısını aralar.” dedi.


ve devam etti Rembrandt, “Üçüncüsü kendi hayatına sahip olmayı öğrenmektir. Çoğu insan başkalarını suçlar. Hayatımızın geneli kendi seçimlerimizin yansıması ve sonucudur. Yine de insanlar bunu sürekli olarak inkar ederler. Eşlerini, çocuklarını, ebeveynlerini, patronlarını suçlarlar.”


“Evet, ben da suçladım hep.” dedi Benjamin ve ekledi, “Ve hala babamı suçluyorum mesela.”

“Babanın kendi şeytanları vardı.” dedi Rembrandt, ve devam etti, “Kütüphaneyi neden sevdiğimi biliyor musun? Ben sadece sanat kitaplarını değil. Klasikleri okumayı da seviyorum. Gençken okumam gereken her şeyi. Bizimkinden daha büyük beyinlere sahip olanlar, bizlere yaşamın nasıl yaşanması gerektiğine dair büyük bir bilgelik mirası bıraktı bu kitaplarda, ama biz ne yaptık? Daha derine inmek ve bu bilgeliği anlamak yerine küçük ve yüzeysel hayatlarımızla meşgul olduk, ve kaybolduk.”


Rembrandt tekrar listeye döndü, ve “Listenin dördüncüsü duygusal olgunluktur. Keşke bunun yıllar önce farkına varmış olsaydım. Duygusal olgunluk kendiniz için mazeret göstermekten, sorumluluk almamaktan ve yaşamdaki kısa-yollardan kaçınmak demektir.” dedi


“Ve son olarak fakat aynı derecede de önemli olarak.” dedi Benjamin beş numarayı okurken, “Şükredin”


Rembrandt not defterini kapattı ve “Evet, minnettarlık sıklıkla unutulan bir şeydir. Her şeyden şikayet ediyoruz sürekli. Mesela yemekten, trafikten, berbat patronlarımızdan öfke ile hep şikayet ediyoruz. Ya da bir kazada çocuğunu kaybeden bir çifti bir düşünün? Sağlığınız, hayatınız ve yetenekleriniz için şükretmeyi ve teşekkür etmeyi öğrenin.” dedi.


Benjamin elini Rembrandt’ın omzuna koydu ve “Teşekkürler dostum” dedi.

 

Melekler gözlerini kapadı

Melekler gözlerini kapadı

Barstow Islah Merkezinde kalan yıllarında, Benjamin Rembrandt’ın ona öğrettiği beş yaşam stratejisini benimsedi. Her gün kütüphanede bir sürü kitap okudu, ve klasikler tüketti. Bilgisayar bilimi ve tasarımı üzerine bir kurs bile vermeye başladı.


Rembrandt, Benjamin’in hapishaneden serbest bırakılmasından altı ay önce vefat etti. Benjamin arkadaşının ölümünün yasını tuttu, ancak Rembrandt’ın kendisine öğrettiği her şey için derin bir minnet duygusunu her zaman içerisinde hissetti.


Benjamin sonrasında hayatlarına zarar verdiği insanlara bir takım mektuplar yazdı. Babasına affetmesi için yazdı. Sid’e yazdı ve onunla Rembrandt’ın bilgeliğini paylaştı. Hatta babasının nasıl biri olduğunu anlatmak için Rembrandt’ın kızı Sarah’a bile yazdı.


Benjamin formları imzalayıp sivil kıyafetlerle hapishaneden ayrılırken, Rembrandt için sessizce dua etti.


Hapishane otoparkında, Benjamin’nin annesi yalnızken bir dua etti. Benjamin’in değiştiğini düşünerek ve bir umut duasıydı bu. Gelecek için bir duaydı bu. Benjamin ve annesi park yerinden ayrılırken melekler onun da gözlerini kapadı. Mahkum Rembrandt’a teşekkür ve kurtuluşu için dua ettiler. Benjamin’in hayatını kurtarmak için Rembrandt kendi ruhunu kurtarmıştı.


(bu hikayenin orjinali, FineArtViews.com’da yayınlandı)

 

Ayrılmadan önce bir dakikanızı almak istiyorum...

Okuduğunuz için teşekkürler

Ben John P. Weiss. Karikatür çiziyorum, resim yapıyorum ve hayat hakkında makaleler yazıyorum. En son makalemi ve sanat çalışmalarımı görmeniz için ücretsiz e-posta bültenime buradan abone olabilirsiniz.


Sevgilerle,


 
Teknik ve Teknolojik paylaşımlar, ve Hayata dair her şey…

Destek olmak için bana bir kahve ısmarlayabilirsiniz :) ve E-Posta Bültenimize de üye olabilirsiniz…

 

Not: Bu hikaye 14 Mayıs 2020 tarihinde Medium platformunda yayınlandı.

25 views3 comments
  • Beyaz LinkedIn Simge
  • Beyaz Facebook Simge
  • Beyaz Heyecan Simge

BU İÇERİĞE EMOJİ İLE TEPKİ VER

bottom of page